ISSN: 1307-279X
YEDITEPE MEDICAL JOURNAL - YMJ: 7 (26)
Volume: 7  Issue: 26 - 2013
1.SURGICAL MANAGEMENT OF PHYLLODES TUMORS OF BREAST
Deniz Eren Boler, Cihan Uras, Ercument Gurluler, Hamit Karayagız, Yesim Saglıcan, Alihan Gurkan, Neslihan Cabıoglu
Pages 613 - 618
Amaç: Fillodes tümörleri nadir görülen meme tümörleri olup tanı ve tedavisinde tartışmalar mevcuttur. Bu yazıda kesin tanısı fillodes tümör olan hastalardaki cerrahi yaklaşımımızı ve sonuçlarımızı sunmayı amaçladık. Hastalar ve yöntem: Acıbadem Bakırköy, Maslak ve International Hastaneleri’nde 2010-2013 yılları arasında ameliyat edilen ve kesin tanısı fillodes tümör olan hastaların tıbbi kayıtları retrospektif olarak incelendi. Hastaların demografik ve klinikopatolojik özellikleri ile yapılan cerrahi tipi analiz edildi. Sonuçlar: Hastaların median yaşı, benign ve borderline fillodes grubunda sırasıyla 35 (24-47) ve 31 (21-79) idi. Median tümör çapı benign fillodes grubunda 3.7cm(1.5-5cm) ve borderline grupta 5.2cm (2.4-12cm) idi. Onüç hastada (%100) ultrasonografi, 4 hastada (%37) mammografi ve 2 hastada (%15.3) meme MRI yapıldı. Kesin tanı için hastaların büyük çoğunluğunda eksizyonel biyopsi yapıldı. Üç hasta (%23) güvenli cerrahi sınırı sağlamak için ikinci kez ameliyat edildi. Patolojik incelemede 4 tümör borderline ve 10 tümör benign fillodes tümörü olarak değerlendirildi. Malign fillodes tumor saptanmadı. Median 12 ay (2-24) olan takip süresi sonunda hiç bir hastada local ya da sistemik nüks görülmedi. Sonuç: Güvenli cerrahi sınır ile birlikte geniş eksizyon memenin fillodes tümörlerinin kesin tanısı için gereklidir ve tercih edilen tedavi yöntemidir.
Objectives: Phyllodes tumors are rare breast tumors and challenges still exist in diagnosis and treatment. In this study we aimed to present our surgical approach and results of the patients with definitive diagnosis of phyllodes tumors. Patients and Method: Medical records of thirteen patients with final pathology of phyllodes tumor who had been operated in Acıbadem Bakırköy, Maslak and International Hospital General Surgery Department between 2010 and 2013 were reviewed retrospectively. Demographic data along with clinicopathological features of the patients and type of surgery were analyzed. Results: Median age of the patients with benign and borderline phyllodes tumors were 35 (24-47) and 31 (21-79), respectively. Median size of the tumor was 3.7cm (1.5-5.5cm) in the benign phyllodes groups and 5.2cm (2.4-12cm) in borderline phyllodes group. Ultrasonography, mammography and breast MRI was used in 13 (100%), 4(37%) and 2 (15.3%) patients, respectively. The majority of the patients underwent excisional biopsy for definitive diagnosis. Three patients (23%) were re- operated to achieve safe surgical margins. In pathological examination, 4 tumors were found to be borderline, and 10 tumors were found to be benign phyllodes tumors. There was no malignant phyllodes tumor. None of the patients has a local or systemic recurrence in a median follow-up of 12 (2-24) months. Conclusıon: Wide excision with safe surgical margins is the preferred therapy as well as it is necessary for precise diagnosis in phyllodes tumors of breast.

2.FINDINGS FROM A LARGE SCALE LUNG MICROFILM STUDY IN YOUNG SOLDIERS. IS TUBERCULOSIS COMING BACK?
Duzgun Yildirim, Onur Tutar
Pages 619 - 623
Amaç: Bu çok geniş katılımlı retrospektif çalışma ile Türkiye’deki genç erkek topluluğunda, tüberkülozun gerçek insidansını ortaya çıkarmayı amaçladık. Materyal ve Metod: Bu çalışma, 2005- 2012 yılları arasında zorunlu askerlik görevine katılmadan önceki muayeneleri yapılan ve mikrofilmleri radyoloji uzmanları tarafından raporlanan, yaşları 18-26 yıl arasında değişen 143221 genç erkek olgunun verilerine dayanmaktadır. Konfigürasyonları dikkate alındığnda, genel olarak fibronodüler değişiklikler sekel olarak kaydedildi. Bunun dışında, kitle, kitle benzeri konsolidasyonlar, infiltrasyonlar aktif lezyonlar olarak kabul edilip tüberküloz açısından pozitif bulgu olarak kaydedildi. Tüberküloz veya diğer insidental bulgular açısından anlamlı veriler kaydedildi ve değerlendirildi. Bulgular:Objektif parankimal anormallik olarak kaydedilen bulgular; pnömonik konsolidasyon (n=61), plevral efüzyon (n=6), atelektazi (n=5), tüberküloz sekeli anormallikler (n=53), pulmoner nodül (n=32), parankimal kitlesel lezyon (n=7), hiler kitlesel opasite (n=7) ve bronşiektazi (n=16). Sonuç: Bu çalışmada, 1950’li yıllardan bu yana devam eden eradikasyon amaçlı, ulusal çaplı mücadeleye rağmen, genç topluluğun %0.12’sinde hala tüberküloz ile ilişkili parankimal lezyonlar bulunduğu tespit edilmiştir.
Purpose:We aimed to reveal the real incidence of the pulmonary tuberculosis infection in our country with this large scaled retrospective study in young Turkish male population. Material methods:This study is based on microfilm reports written by radiologists who examined 143221 young men aged 18-26 before enlisting in mandatory military service between 2005 and 2012. According to the configuration, generally, fibronodulary changes were recorded as sequela findings. However mass, mass- like consolidation or infiltrative lesions were regarded as active lesions and they were included as positive for tuberculosis infection. Significant findings for tuberculosis and other incidental findings were recorded and analysed. Results: Objective parenchymal- abnormalities found were as follows: pneumonic consolidation (n=61), pleural effusion (n=6), lung atelectasis (n=5), abnormalities indicating sequela to tuberculosis infection (n=53), pulmonary nodule (n=32), parenchymal mass lesion (n=7), hilar mass opacity (n=7) and bronchiectasis (n=16). Conclusion :Data from this large scale study showed that 0.12% of the young population still have lesions related to tuberculosis despite the nation-wide efforts to eradicate this disease since 1950s.

3.DOES INTRAABDOMINAL PRESSURE IN LAPAROSCOPIC PROCEDURES TRANSFORM PATENT PROCESSUS VAGINALIS INTO CLINICAL HERNIA?
Abdullah Yıldız, Melih Akın, Basak Erginel, Cetin Ali Karadag, Nihat Sever
Pages 624 - 628
Amaç: İnguinal herni çocuklarda en sık görülen hastalıklardan biridir. Laparoskopik işlemler çocuklarda gittikçe daha sık kullanılmaktadır. Laparoskopi sırasında zaman zaman iç delik ağızlarının açık olduğu insidental olarak saptanan açık iç delik ağızlarının kapatılıp kapatılmaması hakkında bir konsensus yoktur. Artmış karın içi basıncı herni gelişim nedenlerinden biridir. Bu durumda soru şu olmalıdır. Laparoskopik işlemler sırasından oluşan geçici karın içi basınç artışı patent prosessus vaginalis (PPV)’i inguinal herniye dönüştürür mü? Yöntem: Nisan 2009 ile Aralık 2010 tarihleri arasında laparoskopik apendektomi yapılan hastalarda iç delik açıklıkları kaydedildi. İç delik ağızları açık olarak saptanan hastalar ve aileleri ileride oluşabilecek inguinal herninin klinik belirtileri açısından bilgilendirildi. Sonuçlar: 84 hastanın iç delik ağızları değerlendirildi. 101 hasta bu süre içinde opere edildi. 17 olguda iç delik ağızları açık(%20.23) (10 erkek, 7 kız) 9 olguda sağ, 3 olguda sol ve 5 olguda ise bilateraldi. Sadece bir kız olguda (5,88%) post operatif 6. ayda sol inguinal herni gelişti. Bu olgu dışındaki hiçbir hastada klinik olarak herni gelişmedi. Hastaların ortalama takip süresi 10.58 ay idi. Değerlendirme: Laparoskopik işlemlerdeki kısa süreli karın içi basınç artışı klinik herni gelişme riski taşımamaktadır ve kapatılmasına gerek yoktur.
Objective: Inguinal hernia is one of the most common dissease in childhood. Laparoscopic procedures in children are getting more popular common and in some cases surgeons find patent processus vaginalis during operation. Other than inguinal pathologies there is no concensus whether to close the patent processus vaginalis (PPV) or not. As generally accepted, increased intraabdominal pressure may cause clinical hernia in these cases. Therefore the answer of the question above ought to be whether any increased intraabdominal pressure in laparoscopic procedures can transforme these PPV into clinical hernia. Methods:Between April 2009 and December 2010 the medical records of all paediatric patients whom treated laparoscopically for apandicitis were reviewed retrospectively. All cases with PPV have been followed-up in case of developing clinical hernia with telephone interviews or clinical evaluation. Results: Of 101 patients, 84 cases have been inspected for internal inguinal ring opening. In total, the rate of internal opening was found 20.23% ( 17 cases). Nine were right, 3 were left and 5 were bilateral. 17 cases (ten boys and seven girls) with PPV were followed up average 10.58 months ( Range 2-16 months). Only one girl (5,88%) developed a left inguinal hernia in post operative sixth month.In this case an unnoticed sliding adnexia could be possible the reason of the hernia. None of the other patients had any hernia subsequently. Conclusions: Short interval of increased intraabdominal pressure in laparoscopic procedures does not carry a risk of developing clinical hernia therefore any PPV found during laparoscopic procedures need not to be closed.

4.THE SUCCESS RATE OF NEW GENERATION ELECTROMAGNETIC LITHOTRIPSY DEVICE IN CHILDHOOD URINARY TRACT STONES
Basri Cakiroglu, Esin Yencilek, Mehmet Kalkan
Pages 629 - 632
Üriner sistem taş hastalığı erişkinlerde olduğu gibi çocukluk yaş grubunda sıkça karşılaşılan bir hastalıktır. Çocuk yaş grubunda üriner sistem taş hastalığının tanı ve tedavisi erişkin yaş grubundan ayrılmamaktadır. ESWL yetişkinlerde güvenli olduğu bilinmektedir, ancak çocuklarda yüksek enerjili darbe olumsuz böbrek gelişimini etkileyebilir endişesi olmuştur. Pediatrik hastalara uyumlu, yeni jenerasyon taş kırma makinelerinin kullanıma girmesi, daha iyi floroskopik odaklama ile daha az radyasyona maruz kalma ve ultrasonik görüntüleme yöntemlerinin devreye girmesi ile radyasyon maruziyeti tamamen ortadan kalkmıştır. Biz de kliniğimizde çocuk hastalarda uyguladığımız ESWL sonuçlarını retrospektif olarak araştırdık.
Urinary tract stone disease in childhood is as frequent as in adults. Diagnosis and treatment of urinary tract stone disease in the pediatric age group was not different from that in adult age. Extracorporeal shock wave lithotripsy is known to be safe in adults, but concerns about high-energy pulse can affect the development of kidney injury in children. New generation ESWL devices had the opportunity of lower radiation exposure with better fluoroscopic focusing, and even no radiation exposure with ultrasonographic visualization. We retrospectively evaluated our results of ESWL treatment in children with urinary tract stones.

5.SYSTEMIC IMMUNE RESPONSE BEFORE AND AFTER TREATMENT OF HELICOBACTER PYLORI INFECTION
Necmi Eren, Orhan Ozgur, Sami Kartı, Mustafa Yılmaz, Kubilay Ukinc, Ahmet Alver
Pages 633 - 639
Helikobakter pilori dünya nüfusunun %50’sini enfekte etmesine rağmen sadece çok az bir kısmında gastrit, peptik ülser, MALT lenfoma veya kansere yol açmaktadır. Bu sonuç bakteriyel virülans faktörlerine veya konakçının HP’ye karşı olan cevabına bağlı olabilir. Bu çalışmada Hp pozitif gastritli ve peptik ülserli hastalarda eradikasyon tedavisi öncesi ve sonrası sistemik immün cevap değişiklikliklerini göstermeyi amaçladık. Hp ilişkili peptik ülseri veya kronik antral gastriti olan 10 hasta (grup 1) ve Hp negatif dispepsisi olan 10 hasta (grup2) kontrol grubu olarak seçilmiştir. CD3, CD4, CD8, CD19, CD16+56, CD25 ve CD54 ekspresyonu flow sitometri ile değerlendirilmiş olup sitokinler (IL-2, IL-4, IL-10, TGF-beta, IFN-gama) her iki grupta tedavi öncesi ve sonrası ELİSA ile çalışılmıştır. Hp pozitif hastalardaki periferal T lenfositler ve CD25 ekspresyonu Hp negatif hastalara göre anlamlı olarak artmış bulunmuştur. (sırasıyla %47.7±5.1 ve %40.6±2.0, p<0.001); (sırasıyla %41.9±4.2 ve %47.7±5.1, p<0.01). Eradikasyon tedavisi sonrası dolaşımdaki T-lenfositleri tedavi öncesi düzeylere kıyasla anlamlı derecede azalmıştır (sırasıyla %41.9±4.2 ve %47.7±5.1, p<0.01) ve CD25 pozitif lenfositlerin oranının da azaldığı tespit edilmiştir (sırasıyla %14.4±7.5 ve %5.9±0.7, p<0.05). Hp pozitif hastalarda T lenfosit proliferasyonu ve aktivasyonu artmış olarak tespit edilmesine karşın sitokin düzeylerinde anlamlı bir farklılık tespit edilememiştir. Bu çelişkili sonuçlar Hp infeksiyonuna karşı gelişen sistemik immün cevap hakkında kesin yargılara varmamızı güçleştirmektedir. Bu konunun açığa kavuşması için daha çok sayıda gastrik ülser, gastrit ve/veya duodeniti olan hasta içeren geniş çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Objectives: Although Helicobacter pylori (Hp) infects about 50% of the population, only a small proportion of individuals develop gastritis, peptic ulcer, MALT lymphoma or cancer. This may be due to factors influencing bacterial virulence or the host response to Hp. In this study, we aimed to find out systemic immune response changes in Hp positive peptic ulcer and chronic gastritis before and after eradication treatment. Methods: Ten patients with Hp associated peptic ulcer or chronic antral gastritis (Group 1), and 10 controls consisted of Hp negative patients with dyspepsia (Group 2) were enrolled to the study. CD3, CD4, CD8, CD19, CD16+56+, CD25, and CD54 expression on lymphocytes were evaluated by flow cytometry and cytokines (IL-2, IL-4, IL-10, TGF- ß, IFN-?) were analysed by ELISA in group 1 before and after eradication treatment and in group 2. Results:Peripheral T-lymphocytes and CD25 expression of Hp(+) patients were significantly increased compared to Hp(-) patients (47.7±5.1% vs 40.6±2.0% respectively, p<0.001; 14.4±7.5% vs 5.9±0.7% respectively, p<0.05). After eradication treatment circulating T- lymphocytes decreased significantly compared to pretreatment levels (41.9±4.2% vs 47.7±5.1% respectively, p<0.01) and the ratio of CD25(+) lymphocytes decreased down (14,4±7,5% vs 7,7±1,8% respectively, p<0.05). Conclusions: Although increased T lymphocyte proliferation and activation observed in Hp(+) patients, no change was observed in cytokine levels. Concluding a definite decision about the systemic response to Hp infection is difficult due to these conflicting results. Therefore, more comprehensive studies, including more patients with gastric ulcer, duodenal ulcer, gastritis and/or duodenitis and with a wider panel of immune response measurands, should be performed to clarify this subject.

6.INTRACYSTIC PAPILLARY CARCINOMA OF THE BREAST: REPORT OF 2 CASES
Deniz Eren Boler, Fatma Tokat, Cihan Uras
Pages 640 - 643
Bu yazıda intrakistik papiller meme karsinomu olan iki hasta sunulmaktadır. Her iki hasta da hastanemize memede hızlık büyüyen kitle nedeniyle başvurmuştur. Hastalardan birine mastektomi ve sentinel lenf nodu biyopsisi, diğerine ise meme koruyucu cerrahi ve sentinel lenf nodu biyopsisi yapılmıştır. İlk hasta adjuvan tedavi almazken, daha genç olan ikinci hastaya adjuvan radyoterapi önerilmiştir. Söz konusu tümörler çok nadir görüldükleri için, tedavilerinde kanıta dayalı kurallar mevcut değildir. Bu hastaların tedavisinin kişiye özel olarak planlanması gerekmektedir.
This study reports two cases of intracystic papillary carcinoma of the breast. Both patients applied to our hospital with rapidly growing mass lesions. One patient had mastectomy and sentinel lymph node biopsy and the other had breast conserving surgery and sentinel lymph node biopsy. Both had the diagnosis of intracystic papillary carcinoma. One patient received no adjuvant therapy wheareas the younger patient was recommended radiotherapy. Since these tumors are rarely seen, there is no evidence based guidelines for treatment. Tailored therapy is required in management of these patients.

7.INTRAVESICAL MIGRATION OF INTRAUTERINE DEVICE
Basri Cakiroglu, Filiz Topuz, Raziye Narin, Diler Koyuncu, Suleyman Hilmi Aksoy, Ramazan Gozukucuk
Pages 644 - 647
Rahim içi araçlar (RIA) doğum kontrol yöntemi olarak uzun yıllardır kullanılmaktadır. RIA’ların uterin perforasyonu ve mesaneye migrasyonu nadirdir. Biz 37 yaşında RIA’ı mesaneye migre olmuş ve mevcut RIA üzerinde taş gelişmiş bir vaka sunmaktayız.
Intrauterine devices (IUD) have been used for contraception over the years. Uterine perforation and migration of IUD into the bladder are rarely seen complications. We report a 37 years old woman with a migrated IUD into the bladder and stone formation on the device.

8.PERSISTENT PAINFUL BONE BRUISE AT THE MEDIAL MALLEOLUS: CARTILAGE LESION AT THE MEDIAL TIBIAL PLAFOND
Turhan Ozler, Cagatay Ulucay, Ayberk Onal, Esin Yencilek, Tahsin Beyzadeoğlu
Pages 648 - 651
Üç sene önce geçirdiği direct ayak bileği travması sonrası sağ ayak bileği medialinde kronik ağrı şikayeti olan ve çekilen manyetik rezonans görüntülemelerde (MRG) medial malleolde kemik ilği ödemi görülen 35 yaşında erkek hasta değerlendirildi. Hastanın ayak bileği ve ard ayak dizilimi normaldi ve çekilen ayak bileği mortis grafisinde instabilite bulgusuna rastlanmadı. Operasyon öncesi hastanın Amerikan Ortopedi Ayak-Ayakbileği Cemiyeti (AOFAS) ayak bileği-ardayak skoru ve vizüel analog skala (VAS) ayak- ayak bileği (FA) skoru sırası ile, 75 ve 55 idi. Yapılan ayak bileği artroskopisinde tibial plafond eklem yüzü medial köşesinde 2x1 cm boyutlarında flap tarzında kıkırdak lezyonu (Outbridge evre 4, Noyes evre 3A) olduğu görüldü. Cerrahi sonrası 3. ayda AOFAS ayak bileği-ardayak skoru ve VAS FA (ayak- ayak bileği) skoru sırası ile, 98 ve 92 idi. Ayak bileği travmalarından sonra geçmeyen kemik iliği ödemi varlığında MRG ile tespit edilemeyen tibia eklem yüzündeki kıkırdak lezyonlarının tanı ve tedavisinde tanısal ayak bileği artroskopisi uygulaması faydalıdır.
A 35-years old male patient with chronic medial sided right ankle pain after a direct ankle trauma was evaluated. The patient had ankle pain during gait and kneels for three years and consecutive magnetic resonance imaging (MRI) detected bone bruise at the medial malleolus. His ankle- hind foot was well aligned and there was not instability at ankle-mortis radiography. Preoperative American orthopaedic foot and ankle society (AOFAS) ankle-hind foot and visual analogue scale (VAS) foot- ankle scores were 75 and 55, respectively. At ankle arthroscopy, 2x1 cm chondral defect with a flap lesion (Outerbridge grade 4, Noyes grade 3A) was detected at the medial malleolar border of the articular surface of tibial plafond and microfracture was performed. At the 3rd month postoperatively, AOFAS ankle-hind foot and VAS foot-ankle scores were 98 and 92, respectively. Diagnostic arthroscopy may be useful in cases with persistent pain and bone bruise of the medial malleolus after ankle trauma to detect the tibial cartilage lesions that even not detected on MRI.

LookUs & Online Makale