ISSN: 1307-279X
YEDITEPE MEDICAL JOURNAL - YMJ: 6 (23)
Volume: 6  Issue: 23 - 2012
1.A COMPARISON OF TWO DIFFERENT DOSES OF BUPIVACAINE IN CAUDAL ANESTHESIA FOR NEONATAL CIRCUMCISION: A RANDOMIZED CLINICAL TRIAL
Sevgi Bilgen, Ozge Koner, Ferdi Menda, Safak Karacay, Elif Cigdem Kaspar, Selami Sozubir
Pages 526 - 533
Amaç:Bu çalışmadaki amacımız neonatal sünnet prosedüründe kaudal blokta kullanılan düşük volüm, yüksek konsantrasyonlu bupivakain ile konvansiyonel olarak kullanılan doz ve konsantrasyonun analjezi kalitesinin karşılaştrılmasıdır. Materyal ve Metod:Sünnet planlanan elli neonat, randomize olarak düşük volüm, yüksek konsantrasyon (grup DVYK, n=25) ve kontrol gruplarına (grup K, n=25) ayrıldı. DVYK grubu neonatlara 0.5 ml/kg, %0.375 bupivakain (1.875 mg/kg), grup K’daki neonatlara ise 1 ml/kg, %0.25 bupivakain (2.5 mg/kg) ile kaudal blok uygulandı. Hemodinami, blok başlama ve analjezi süreleri karşılaştırıldı. NIPS (neonatal infant pain score) ile değerlendirilen ağrı, postoperatif 3 saat boyunca saatlik olarak kaydedildi. İstatistik değerlendirme, parametrik değerler için Student’s t-testi, nominal, kategorik değişkenler içinse, X2 ve Mann– Whitney U-testi ile yapılmıştır. Bulgular: Demografik, hemodinamik veriler, blok başlama süreleri (grup DVYK ve K değerleri sırasıyla 4.9±1 vs 5.2±2 dakikadır; p=0.53) ve postoperatif median NIPS skoru (postoperatif 1, 2, 3 saatlerde median değer (0); p=0.7, p=0.9, p=1) gruplar arasında benzerdi. Hiçbir neonatın cerrahiyi izleyen 24 saat içinde ilave analjezik ihtiyacı olmadı. Sonuç:DVYK kaudal bupivakain uygulaması, konvansiyonel bupivakain ile karşılaştırıldığında, benzer perioperative analjezi kalitesi, süresi ve güvenlik profili sağlamıştır. DVYK bupivakain, neonatal kaudal blok uygulamasında lokal anestezik toksisitesini azaltmak amacıyla da tercih edilebilir görüşündeyiz.
Objective:We aimed to compare the analgesia quality of caudal block of low volume, high concentration bupivacaine to the conventionally used volumes and concentrations of the drug in neonates undergoing circumcision with sole caudal anesthesia. Material and Methods: Fifty neonates, undergoing circumcision were randomly assigned to low volume high concentration (group LVHC, n=25) and control groups (group C, n=25). In group LVHC 0.5 ml/kg bupivacaine 0.375% (1.875 mg/kg) and group C 1 ml/kg bupivacaine 0.25% (2.5 mg/kg) was used. Hemodynamic parameters, block onset and analgesia periods were compared. Pain scores were evaluated hourly for 3 hours postoperatively with NIPS (neonatal infant pain score). Student’s t-test for continuous variables, X2 and Mann– Whitney U-tests were used for nominal and/or categorical variables. Results: Demographic, hemodynamic data, block onset time (group LVHC and C values were 4.9±1 vs 5.2±2 mins, respectively; p=0.53) was similar and postoperative median NIPS were identical among the groups (median value of (0); p=0.7, p=0.9, p=1). None of the neonates required additional analgesic postoperatively. Conclusions: Low volume high concentration caudal bupivacaine provided a similar perioperative analgesia quality, time and safety profile compared to conventional doses in awake neonates undergoing circumcision. LVHC bupivacaine may be used to reduce the risk of local anesthetic toxicity in neonates.

2.EFFECTS OF HYPEROXEMIC CARDIOPULMONARY BYPASS ON OXIDATIVE STRESS IN CHRONIC OBSTRUCTIVE PULMONARY DISEASE
Ali Ekrem Koner, Ozge Koner, Aysem Kaya, Ferdi Menda, Murat Sayın
Pages 534 - 542
Yüksek arteriyel oksijen seviyeleri KPB (kardiyopulmoner baypas)’ nin yol açtığı oksidatif stresi şiddetlendirebilir. Kalp cerrahisi planlanan hastaların çoğunda KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığı) nedeniyle, hiperoksinin yol açacağı oksidatif stres bir sorun olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu çalışmada farklı oksijenasyon stratejilerinin KOAH’lı hastalardaki oksidatif denge üzerine etkileri değerlendirilmiştir. Kırk adet KPB ile elektif koroner arter baypas cerrahisi planlanan KOAH tanılı hasta çalışmaya alındı. 20 hastada KPB sırasında yüksek arteriyel oksijen düzeyleri sürdürülürken, (PaO2: 300-400 mmHg), 20 hastada normoksik KPB (PaO2: 100-200 mm Hg) uygulaması yapıldı. Oksidatif denge için kan TBAR (Thiobarbituric acid reactive substance), paraoksanaz ve ürik asid düzeyleri çalışıldı. TBAR, paraoksanaz ve üric asit düzeyleri çalışma boyunca gruplar arasında benzer bulundu. Her iki grupta da bazal değerler ile karşılaştırıldığında KPB sonrası TBAR, paraoksanaz ve ürik asit düzeylerinin değişmediği gözlendi. Sonuç olarak KPB sırasında yüksek oksijen düzeyi idamesinin KOAH’ lı hastalarda kandaki oksidatif dengeyi değiştirmediği gözlendi.
High arterial oxygen levels may aggravate oxidative stress associated with CPB (cardiopulmonary bypass). Most cardiac surgery patients have COPD (chronic obstructive pulmonary disease), complicating the relationship of hyperoxia and oxidative stress. In this study the effects of different oxygenation strategies on oxidative balance during CPB in patients with COPD was assessed. Forty patients with COPD underwent elective coronary bypass surgery, using CPB. In 20 patients, high arterial oxygen levels were maintained (PaO2 between 300-400 mm Hg) during CPB, whereas 20 patients underwent normoxic (PaO2 between 100- 200 mm Hg) bypass. Oxidative balance was assessed by measurement of thiobarbituric acid reactive substance, paraoxanase and uric acid levels in blood. Thiobarbituric acid reactive substance, paraoxanase and uric acid levels obtained throughout the study period were similar among the two groups. In both groups, thiobarbituric acid reactive substance, paraoxanase and uric acid levels remained unchanged after CPB, compared to baseline values. High arterial oxygen levels during CPB do not cause alterations in oxidative balance in the blood of COPD patients.

3.HYPERMETABOLIC BILATERAL INFRASCAPULAR LESIONS IN PET-CT IMAGING: ELASTOFIBROMA DORSI
Duzgun Yıldırım, Murat Eroglu, Yasemin Sanlı, Muge Tamam
Pages 543 - 546
Elastofibromlar genellikle orta-ileri yaştaki kadınlarda, skapula çevresindeki dokularda yerleşmiş olan benign natürde, psödotümöral fibroelastik lezyonlardır. Etiyolojisi hala belli değildir. Patoloji literatüründe çok iyi bilinen ve son yıllarda radyoloji literatüründe ilgi ile karşılanan bu lezyon ilk olarak 1961 yılında tarif edilmiştir. Bu patoloji bilgisayarlı tomografi (BT) veya manyetik rezonans görüntüleme (MRG) sırasında tespit edildiklerinde tümörler ile karıştırılabilirler. Bu çalışmada infraskapülar yerleşimli elastofibroma dorsi tespit edilen bir hasta bildirilmiştir. Hastanın positron emisyon tomografi (PET) görüntüleme sırasında izlenen FDG hipermetabolizması, BT veya PET-BT füzyon görüntüleri ile karşılaştırılaraık elastofibroma dorsi tanısı kondu. Bu yöntem hastaları gereksiz cerrahi girişim veya biopsi işlemlerine maruziyetten koruyabilir.
Elastofibromas are benign pseudotumoral fibroelastic lesions commonly localized in the periscapular region in elderly women. The etiology of these lesions are not known. They were first reported in 1961.These lesions are well recognized in the pathology literature and have also received some attention in the radiology literature recently. They are often confused with neoplasms on CT (Computed Tomography) or MRI (Magnetic Resonance Imaging). We present a patient with infrascapluar elastofibroma dorsi. Bilateral subscapuler FDG (Flour 18-Deoxy-Glucose) hypermetabolism in PET (Positron Emission Tomography) were detected and these images were compared to CT or PET-CT fusion images, after which we diagnosed elastofibroma dorsi. This technique may prevent patients undergo unnecessary biopsies and surgical procedures.

4.THE COINCIDENCE OF APPENDICITIS AND BLUNT ABDOMINAL TRAUMA- THE CHICKEN OR THE EGG DILEMMA
Safak Karacay, Selami Sozubir, Bengi Gurses, Sevgi Bilgen
Pages 547 - 550
Apandisit ve künt karın travması iki farklı durum olsa da, nadiren gösterebildikleri birliktelik klinisyen için bir sürpriz olabilir. Bu sunumda, travma nedeniyle başvuran ancak klinik izleminde karın ağrısı devam eden ve sonuçta apandisit gelişen bir olguyu bildirdik. Çalışmada, hem klinisyen hem de cerrah için tesadüfi birliktelik ve kolaylıkla tanısı atlanabilecek apandisit ile ilgili detaylar incelenmiştir.
While the appendicitis and blunt abdominal trauma are two distinct entities, there are still rare instances where they may unite and can come as a surprise to the clinician. The authors report one such child who had abdominal pain due to trauma at presentation but went on to develop appendicitis. This reports discusses the coincidence and pitfalls of the situation for both the clinician and the surgeon.

5.TRAPPING OF THE EPIDURAL CATHETER BETWEEN LUMBAR FACET JOINTS: IDENTIFICATION BY CT AND A SIMPLE REMOVAL TECHNIQUE
Ozge Koner, Murat Haliloglu, Kaan Yaltırık, Basar Atalay
Pages 551 - 554
Bu olguda lomber vertebral fasetler arasında sıkışan epidural kateterin çıkarılmasındaki güçlüğü sunulmaktadır. Ooferektomi nedeniyle laparatomi planlana hastaya perioperatif ağrı yönetimi için genel anestezi öncesinde lomber epidural kateter yerleştirildi.Lomber epidural kateterizasyon (L2-3) sol lateral pozisyonda orta hat yaklaşımla 18 G epidural iğne kullanılarak yapıldı. Test dozunu takiben, genel anestezi başladı. Ekstübasyon sonrasında hasta ağrı tarif edince yetersiz epidural analjeziye karar verildi ve epidural kateterin çekilmesi kararlaştırıldı. Tüm kateter çıkarma denemeleri başarısızlıkla sonuçlandığından, BT ile görüntülemeye karar verildi.BT' de kateterin L2-3 vertebraları arasındakisol taraf fasetlerine sıkıştığı görüldü. Bu durum nadir bir kateter sıkışması olgusu olup, önerilen manevralar kateteri çıkarmada başarısız olmuştur. Bu nedenle hasta sağ lateral pozisyonda bacaklara fleksiyon, vertebraya fleksiyon ve aksi yöne rotasyon verilirken, iv midazolam uygulaması yapıldı. Bu yaklaşım ile kateter başarıyla çıkarıldı.
We report a removal difficulty of a stuck epidural catheter between the lomber vertebral facets. An epidural catheter was inserted for perioperative pain management before general anesthesia to a woman undergoing laparatomy for oopherectomy. A lomber epidural catheterization was performed with 18- gauge needle using midline approach in left lateral position. Following a test dose general anesthesia was commenced. After extubation, patient has reported a severe abdominal pain which revealed an incomplete epidural analgesia. Therefore removal of the epidural catheter was decided. As all the removal attempts were failed, a CT scan evaluation which revealed catheter stuck between the left interfacet junctions of the L2-L3 vertebrae, was performed. This is an uncommon cause of catheter stuck. None of the recommended maneuvers worked in this stuck catheter case. Therefore iv midazolam and removal attempt in right lateral position with the legs flexed and vertebra flexed and rotated contralaterally, was decided. This approach was successful for the removal of the catheter.

6.A PAINFUL, ERYTHEMATOUS, NODULAR LESION IN BUCCAL REGION
Mehmet Akif Ozturk, Isın Dogan Ekici, Ekrem Aslan, Baran Erdik, Basak Oyan Uluc
Pages 555 - 558
Kolanjiyokarsinom safra kanalı epitelinden köken alan ağrısız sarılık ve kilo kaybı ile seyreden bir kanser türüdür. Kolanjiyokarsinomun deri metastazları az sıklıkta görülmektedir. Bildirilen olguların çoğu genellikle perkütan yolla bilayer drenaj katateri etrafında abdominal bölge derisine tümor ekilimi yolu ile olmaktadır. Burada kolanjiyokarsinom tanısı konan 41 yaşında bir erkek hasta sunulmaktadır. Bu olgu yüze metastaz yapan ilk kolanjiyokarsinomolgusudur.Kolanjiyokarsi nom tanısı ile takip edilen hastalarda atipik yerleşimli lezyonların kolanjiyokarsinomun uzak deri metastazı olabileceği akıllarda bulundurulmalıdır.
Cholangiocarcinoma is the cancer of the bile duct epithelium and usually presents with painless jaundice and weight loss. Cutaneous metastases have rarely been reported in cholangiocarcinoma. Most of the reports of cutaneous metastases of cholangiocarcinoma are those seen around the percutaneous biliary drainage in the abdominal skin due to implantation of tumor cells during the procedure. Here we report a 41-year old male patient who was diagnosed with cholangiocarcinoma The presented case is the first case of cholangiocarcinoma with distant cutaneous metastases to the face. Distant skin metastases of cholangiocarcinoma must be in the differential diagnosis if atypical cutaneous lesions appears in patients with known cholangiocarcinoma.

LookUs & Online Makale