AMAÇ Meme kanserinde, erken tanı ve tedavi için radyolojik yöntemlerin etkin kullanılması büyük önem taşımaktadır. Kolay uygulanabilir, non-invaziv yöntem olan renkli Doppler ultrasonografi(RDUS) - tümör neovaskülarizasyonunu- saptayabilmektedir. Çalışmamızda, RDUS’nin, meme lezyonlarının tanısında diğer inceleme yöntemlerine katkısını araştırmayı amaçladık. GEREÇ VE YÖNTEM Memede solid kitle saptanan 71 olgu, mamografi, gri-skala ultrasonografi(US) ve RDUS ile değerlendirildi. RDUS ile kitlelerden spektral eğriler elde edilip maximum peak sistolik, minimum end diastolik hızlar, rezistivite indexi(RI) ölçüldü, venöz akımlar kaydedildi. Kontrol amacıyla karşı taraf memenin aynı bölgesindeki ve kitle dışındaki normal dokudan akım ölçümleri yapıldı. İnce iğne, insizyonel biopsi ve/veya cerrahi rezeksiyon ile histopatolojik tanıya gidildi. 49 olgu malign, 22 olgu benign histopatolojik tanı aldı. BULGULAR Benign lezyonların 8’ inde venöz akım paterni, diğerlerinde arteryel akım izlendi. Arteriyel akım izlenenlerin 2’ sinde santral, 12’sinde periferik akım saptandı ve RI 0.70’den küçüktü. 49 malign kitlenin, 2’ sinde venöz akım saptandı. Arteriyel akıma sahip olan 47 kitlenin 22’ sinde santralde akım izlendi. RDUS’de malign kitlelerde RI değeri, 8 kitlede 0.70 altında, 39 kitlede 0.70 in üzerindeydi. Venöz kanlanma saptanmasının benignite lehine istatistiksel olarak anlamlı bir kriter olduğu görüldü (p<0,05). Periferal ve santral kanlanma paterni ile histopatolojik tanı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptandı (p<0,05). RI değerleri histopatoloji sonuçlarıyla karşılaştırıldığında, yüksek RI’nin malignite açısından anlamlı olduğu izlendi (p<0,05). SONUÇ Meme kitlelerinin tanısında, mamografi, gri-skala US, RDUS birlikte uygulandığında sensitivite %98, spesifite %86 olarak saptandı. Pozitif öngörü değeri, bu yöntemler birlikte uygulandığında %94, doğruluk oranı %94 bulundu. Çalışmamızda, RDUS incelemenin, meme kitlelerinin malign-benign ayrımında tamamlayıcı bir değere sahip olduğu sonucuna varıldı.

For the early diagnosis of breast cancer the selection of the proper radiological imaging modality is very crucial. Color Doppler ultrasonography(CDUS) is a non- invasive and easily applicable modality which can detect tumor neovascularization. We aimed to explore the contribution of CDUS to the other modalities for the diagnosis of breast lesions. MATERIAL AND METHOD 71 patients having solid breast masses were evaluated by ultrasonography (US), CDUS, and mammography. Also, spectral datas were examined and maximum peak systolic velocities, minimum end diastolic velocities, resistivity index(RI) values were measured and the presence of venous flows were noted. For the control values same measurements were obtained from locations other than the mass area. Histopathological diagnosis was achieved by fine needle, incisional or excisional biopsies. 49 masses were found to be malignant, 22 masses were benign. FINDINGS Eight of the benign lesions had venous flow pattern, others had arterial vascularity. 2 of the lesions with arterial flow pattern had central, 12 had peripheral vascularization. All had RI values less than 0.70. 2 of the 49 malignant masses had venous vascularization. 22 of the 47 masses with arterial flow had central vascularity. 8 of the malignant masses had RI values below 0.70, 39 malignant lesions had RI values greater than 0.70. Venous vascularization was found to be statistically significant, as a critera for benignity (p<0.05). Also, a statistically significant correlation was found between histopathological diagnosis and central-peripheral vascularity patterns (p<0.05). In addition, higher RI values were found to be a significant criteria for malignancy (p<0.05). CONCLUSION When the modalities US, CDUS, and mammography are used together, the sensitivity for the diagnosis of breast masses was 98%, the specificity was 86%. Positive predictive value was 94% and correction rate was 94%. It was concluded that CDUS is a complementary modality for the differentiation of malignant and benign breast masses.

ÖZET Amaç: Bu prospektif, randomize, çift-kör, kontrollü çalışmada sevofluran ve N20 ile uygulanan genel anestezi sırasında kullanılan tramadolün bispektral indekse olan etkisi araştırıldı. Method: Çalışmaya genel anestezi altında mikrodiskektomi operasyonu geçirecek ASA grup 1 ve 2 olan 60 hasta dahil edildi. Hiçbir hastaya premedikasyon uygulanmadı, anestezi indüksiyonu 5 mg kg-1 tiopental ile yapıldı, kas gevşetici olarak rokuronyum uygulandı; idame N2O-O2 ve sevofloran ile sağlandı. İndüksiyonda hastalar rastgele iki gruba ayrıldı: tramadol grubuna (T grup) 2 mg kg-1 tramadol, kontrol grubuna ise serum fizyolojik uygulandı. Hemodinamik ve BİS değerleri operasyon boyunca kayıt edildi, bu sırada sevofluran değerleri değiştirilmedi. Bulgular:Operasyon boyunca BİS değerleri tramadol grubunda kontrol grubundan farklı bulundu. Hemodinamik parametrelerde önemli değişiklikler gözlenmedi, yalnızca entübasyon sonrası ilk 5 dakikada ortalama arter basıncı T grubunda yüksek seyretti. Sonuç: Hiçbir hasta intraoperatif olayları hatırladığını belirtmedi ve hiçbirinin BİS değerleri 60’ın üzerinde gözlenmedi. Tramadolün anestezi derinliği açısından sorun yaratmayacağı ve güvenli olarak pre ve intraoperatif olarak uygulanabileceği sonucuna varıldı.

Purpose: This prospective, randomized, double-blind, controlled study was designed to investigate the effects of tramadol on the bispectral index (BIS) during anesthesia with sevoflurane and N2O. Methods: 60 ASA class 1 and 2 patients, scheduled for elective lumbar microdiscectomy operation under general anesthesia, were included in this study. None of the patients were premedicated; anesthesia was induced with thiopental 5 mg.kg-1 and rocuronium 0,6 mg.kg-1, and maintained with 40% N2O-O2 mixture and sevoflurane. At induction of anesthesia, subjects were randomly allocated into 2 groups to receive either saline (control group), or tramadol 2 mg kg-1 (T group) intravenously. Hemodynamic data and BIS values were then recorded until the completion of the operation, during which time the concentrations of sevoflurane were not modified. Results: The BIS values were significantly different between groups throughout the operation. No significant changes in the hemodynamics were noted, except mean arterial blood pressure in the T group which was significantly high in the first 5 minutes of entubation. Conclusıons: There were no patients that has BİS values more than 60 or who presented explicit recall of events under anesthesia. Tramadol didn’t seem to cause a problem with respect to depth of anesthesia and can be safely administered perioperatively.

Amaç:Safra kesesi ve safra yollarının ultrasonografi (US) ile incelenmesi radyasyon kullanılmaması veya kontrast madde kullanımı söz konusu olmadığından, ayrıca da kolay ulaşılabilir olduğu için, bilier sistem için değerlendirmede genellikle ilk tercih edilen adımdır. Biz bu çalışma ile rutin bilier sistem US incelemenin aksine, daha farklı bir pozisyonda değerlendirmenin sistik kanalın gösterilmesinde daha başarılı olunabileceğini göstermeyi amaçladık. Materyal ve Metod:Ocak 2009-Mayıs 2009 tarihleri arasında servisimize yönlendirilmiş 79 olgu çalışmaya dahil edildi. İncelemede rutin üst abdominal US değerlendirmeden sonra incelemeye sol yana yatar pozisyonunda devam edildi. Bu pozisyonda; lateral ve posterolateral interkostal pencerelerden kese boynu ve devamında da sistik kanal odaklanarak değerlendirildi. Sadece sistik kanalın sonografik değerlendirilmesi için ortalama 5 dakikalık ilave zaman ihtiyacı oldu. Özellikle sol lateral dekübitis pozisyonunda çalışma süresince sistik kanalın görünür olduğu pencereleri yakalayabilmek açısından derin ekspiryum ve derin inspiryum yaptırılarak işlem tekrarlandı. Bulgular: Olguların 7’sinde, nonkomplike safra taşları ve eşlik eden safra çamuru saptandı. İki olguda ise büyük taş oluşumundan ziyade; kristal ekojeniteleri ve dependan az miktarda çamur sözkonusu idi. Tüm 79 olgunun 7’si dışındaki (gaz süperpozisyonu veya katlantılı sistik kanal nedeniyle) 72 hastada sistik kanal başarılı olarak değerlendirilebildi. Sonuç: Hepatobilier sistem US inceleme sırasında, sistik kanal bahsettiğimiz bu pozisyonda da incelenmeli; kalkül, kristal, duvar kalınlaşması gibi patolojilerin yakalanabilme ihtimalini arttırması bakımından bu yeni metod özellikle kullanılmalı ve ilave bulgular rutin rapora eklenmelidir.

Purpose:Ultrasound is usually the first line of imaging in hepatobiliary disease for its widespread availability and due to advantages such as lack of radiation exposure and IV contrast administration. In this study we attempted to assess the success rate of US examination when the cystic duct is examined in a different position in addition to routine supine position. Materials and Method:79 patients referred to our department between January 2009 and May 2009 (23 male, 56 female, with a mean age of 47) were included in this study. After routine assessment of upper abdominal US examination, evaluation was maintained on left lateral position. In this position, neck of the gallbladder and the continuity of the cystic duct was focused and evaluated through the lateral and/or posterolateral intercostal windows. Approximately 5 minutes additional time was needed just for sonographic evaluation of the cystic duct. Especially during sonography in left lateral position, repeated examinations were performed in deep expiration and following deep inspiration for the possibility of improved cystic duct visualization. Results:In 7 cases, non-complicated biliary stones and sludge were noted. Except seven cases out of 79 cases (5 cases with duodenal gas superposition and 2 cases had excessive folding anatomy of duct), the cystic duct was adequately visualized implementing the posterior view in the remaining 72 patients. Conclusıon:The cystic duct must be examined in our new position during hepatobiliary ultrasonograpy. Especially in terms of increasing the likelihood diagnosing the pathologies such as micro- calculi, crystals and ductal wall-thickening, all the findings should be added to the conventional report accordingly.

Uygunsuz ADH sendromunun tedavisi, genellikle hastalar tarafından güç uyum sağlanan, sıvı kısıtlaması, tuz ilavesi ya da tuz tedavisine ek olarak verilen “loop” diüretiğiyle yapılır. Bu olguda, kranial menenjioma bağlı dirençli hiponatremi tablosu gelişen hastanın oral vazopressin antagonisti Tolvaptan ile başarılı tedavisini paylaşmaktayız.

The treatment of SIADH, consists of fluid restriction, salt or salt plus a loop diuretic administration, which may be poorly complied by the patients. In this case we report successfull management of a patient with rezistant(resistant) hyponatremia due to cranial meningioma with oral vasopressin receptor antagonist (Tolvaptan) therapy.

Endemik bölgelerde gerek karaciğer ve gerekse akciğerde görülen kistik lezyonları kist hidatik olarak tanımlamaya bir eğilim vardır. Ancak bu eğilim zaman zaman yanlış tanıya yol açmaktadır. Yaşları 7 ve 8 arasında değişen herhangi bir doğrulama yapılmadan radyolojik olarak kist hidatik tanısı alarak tedavi görmüş üç hasta ile ilgili tecrübelerimizi paylaşmak istedik. Hastalarımızın ikisinde tanı andiferansiye embriyonal sarkoma (UES), diğerinde ise özofagus duplikasyonu olarak saptandı. İndirekt hemaglutination testi (IHA) iki hastada araştırılmış ve negatif olarak saptanmıştır. Tüm hastalara ise ampirik olarak albendazol tedavisine başlanmıştı. Ayırıcı tanı için tetkikler şüpheli olgularda mutlaka yapılmalıdır. IHA testi tanı için sınırlıda olsa yardımcı olabilir. Yanlış pozitif ya da negatif sonuçlar özellikle akciğer kistlerinde olmak üzere mevcuttur. Ayırıcı tanıda şüpheli olgularda perkütan biopsi önerilir.

Undifferentiated embryonal sarcoma (UES) of the liver is a very rare and highly malignant entity. UES has no specific clinical or laboratory features. At computed tomography images , the tumour typically appears as a large, predominantly cystic mass with well defined borders. This cystic appearance of UES can be cause a misdiagnosis with hydatid cyst very easily due to rarity of UES and more common seen hydatic cyst especially in endemic areas. We present a eight year old male case with cystic mass in liver, which was misdiagnosed and treated as hydatic cyst. Percutaneous sample was obtained .Cytological examination did not confirm the hydatid cyst. Because of progressive respiratory deterioration, urgent abdominal operation was performed. Gross haemorrhagic cystic lesion was discovered and evacuated. Pathological examination revealed UES. Because of pure cystic appearance of UEA in liver can be suggestive of benign similar pathologies , and cause delaying or misdiagnosis in such hydatic areas. Undifferentiated embryonal sarcoma (UES) of the liver is a very rare entity that was first described by Stocker and Ishak in 1978 (1,2). This rare neoplasm accounts for approximately 9% to 13% of all hepatic tumours in children (2). UES has no specific clinical or laboratory features, and fewer than 60 cases of paediatric UES have been reported in the literature (1). This cystic appearance of UES can cause the misdiagnosis of hydatid cyst very easily due to the rarity of UES, especially in endemic areas for hydatid cyst (3,4).