ÖZET Amaç: Kan basıncı kontrolünün olmaması ve nondipping durumu artmıs kardiyovasküler risk ile iliskilidir. Bu çalısmada kilolu ve sisman hipertansif hastalarda kan basıncı kontrolünü ve dipping durumunu incelemeyi amaçladık. Materyal ve Metod: 72 hipertansif hasta (57,4±11,9; 21 erkek, 51 kadın) çalısmaya alındı. Hastalar VKD <25 kg/m2 ve ?25 kg/m2 olanlar seklinde gruplandırıldı. Diyabet ve koroner arter hastalığı olanlar çalısmaya dahil edilmedi. Tüm hastalara 24 saatlik ambulatuvar kan basıncı monitorizasyonu yapıldı. 24 saatlik, gündüz ve gece döneminin sistolik ve diyastolik kan basıncı ortalamaları hesaplandı. Dipping durumu kan basıncının gece ölçümlerinde gündüz ölçümlerine göre %10 ve daha fazla düsüsü ile belirlendi. İstatistiki analizler Mann Whitney U testi ve Ki-kare testi ile SPSS 11.0 kullanılarak yapıldı. Bulgular: 24 saat, gündüz ve gece sistolik kan basıncı BMI ?25 kg/m2 olan kilolu ve sisman hastalarda BMI<25 kg/m2 olanlara göre anlamlı derecede yüksek bulundu (p<0.05). Diyastolik kan basınçları da aynı grupta yüksek izlendi ancak istatistki olarak anlamlı değildi (p>0.05). Dipping ve nondipping durumunun dağılımı gruplar arasında farklı değildi ancak non dipping durumu her iki grupta da artmıs olarak izlendi. Sonuçlar: Optimal kan basıncı hedefleri kilolu ve sisman hastalarda sağlanabilmis değildir. Dolayısı ile BMI ?25 kg/m2 olan hipertansif hastalar yüksek gündüz ve gece kan basınçlarından dolayı serebrovasküler ve kardiyovasküler olaylar açısından risk altındadırlar. Nondipping durumu her iki grupta da yüksektir. Kan basınçları yakından takip edilmeli gerekirse kan basıncı hedeflerine ulasmak ve nondipping durumu düzeltmek için kombinasyon tedavisi planlanmalıdır.

ABSTRACT Objectives: Uncontrolled blood pressure and nondipping status are closely associated with increased cardiovascular risk. In this study we aimed to evaluate blood pressure control and dipping status in overweighed and obese hypertensive patients. Material and method: Seventy two hypertensive patients (57.4±11.9; 21 male, 51 female) were enrolled. Patients were grouped as with BMI <25 kg/m2 and ?25 kg/m2. Patients with diabetes and coronary artery disease were excluded. All of the patients were performed 24-hour ambulatory blood pressure monitoring. Averages of 24-hour, daytime and nighttime systolic, and diastolic blood pressures were calculated. Dipping feature was determined by the >10% decrease of blood pressures in the nighttime measurements compared to daytime measurements. Statistical analyses were done by Mann Whitney U test and Chi Square test using SPSS 11.0. Results: 24 hour daytime and nighttime SBPs were significantly higher in overweighed and obese patients with the BMI ?25 kg/m2 compared to patients with BMI <25 kg/m2 (p<0.05). Also DBPs were higher in the same group but not statistically significant (p>0.05). Distribution of dipping and nondipping was not different between groups, however nondipping status was increased in both of the groups. Conclusions: Targets of optimal blood pressure in overweighed and obese hypertensive patients could not be achieved. Thus hypertensive patients with BMI ?25 kg/m2 are at risk for cerebrovascular and cardiovascular events due to higher daytime and nighttime blood pressure. Non dipping status is also higher in both groups. Blood pressures should be closely monitored and if necessary, combination therapy should be planned to achieve blood pressure targets and to overcome the nondipping status.

Escobar sendromu genetik olup, çesitli malformasyonlarla seyreden bir hastalıktır. Havayolu zorluğu ve malign hipertermi gelisme riski açısından, bu hastalarda anestezi uygulaması özellik arzetmektedir. Bu sunumda, Escobar sendromu tanısı almıs olan, üretero-pelvik darlık nedeniyle piyeloplasti operasyonu geçirecek olan, 1 yasındaki kız çocuğunda anestezi yaklasımımız sunulmustur.

Escobar syndrome is a genetic disease advancing with various malfunctions. Anesthesia application on these patients is of consideration due to risk of respiratory difficulties and malign hypertermia development. In this presentation, our anesthesia approach on the 1 year old female diagnosed with Escobar syndrome, and to have a pyeloplastic operation due to uretero-pelvic stenosis.

Osteopetrozis(Albers-Schonberg hastalığı), kemik iliği miktarında azalmaya yol açan nadir bir sklerotik kemik hastalığıdır. Pansitopeniye bağlı enfeksiyonlar gelisebilir. Bu olgu sunumunda, daha önce birlikteliği tanımlanmamıs olan infantil osteopetrozisli olguda gelisen subperiostal orbital absenin MRG bulgularını tanımlamayı amaçladık.

Osteopetrosis (Albers-Schonberg disease) is a rare sclerosing bone disorder in which bone marrow is obliterated. Owing to pancytopenia, infections can occur. In this study an infantile osteopetrosis complicated with subperiosteal orbital abscess is presented and magnetic resonance imaging findings described which to our knowledge no such togetherness has been mentioned before.

Osteoid osteoma genellikle uzun kemiklerde lokalize, nedeni bilinmeyen iyi huylu bir tümördür. Biz daha önce internal fiksasyon ile tedavi edilen ulna kırığının yerinde gelisen osteoid osteoma olgusunu sunduk. Hastanın radyolojik bulguları osteomyelite benziyordu. Bizim bilgimize göre bu Dngiliz literatüründeki ilk olgudur.

Osteoid osteoma is benign tumor of unknown cause that is usually located in long bones. We report a case of osteoid osteoma occuring at the site of a previous fracture of the ulna treated by internal fixation. The radiological findings of the patients was similar to osteomyelitis. As far as we know this is the first case in English literature.

Dminodiacetic asid örnekleriyle karaciğer ve safra yollarının sintigrafisi, çesitli akut ve kronik karaciğer ve safra yolları hastalıklarının tanısını tanımlar. Cholesintigrafi sıklıkla sızıntı ve süpheli safra ile ilgili tıkanıklıklarda hastaların dranajında fonksiyonel ve psikolojik bilgi sağlar. Ayrıca Hepatik ekstraksiyon, safrayla ilgili salgılama, safra alanının patensi, safra kesesinin küçülmesi, Karaciğere kan akıs durumu sonrasında önemli tanısal bilgiler kazandırmaktadır. Bu çalısmayla; Bir hastaya ait safraya iliskin fonksiyonel bir tıkanıklığın T-Tüp ile birlikte safra akısının azalması veya durması ile ilgili sintigrafik bulguları inceledik.

Hepatobiliary scintigraphy, with Tc-99m iminodiacetic acid analogs, is indicated for diagnosis of various acute and chronic hepatobiliary diseases. Cholescintigraphy often provides physiological and functional information on bile drainage in patients with suspected biliary obstruction and bile leakage. Important diagnostic information is gained after the assessment of blood flow to the liver, hepatic extraction, biliary excretion, patency of biliary tract and gallbladder contraction. We report cholescintigraphic findings of a patient with a T tube causing a functional biliary obstruction.

Biz akut karın semptomları ile basvuran 81 yasında kadın hasta olgusunu sunduk. Hastanın çok dedektörlü tomografisinde duodenal lümende, hiperdens, süpheli yabancı cisim görüldü. Operasyon boyunca, duodenum dördüncü kısım posterior duvarına saplanmıs yabancı cisim ve bu seviyede duodenum duvarında perforasyon saptandı. Yabancı cisim enterotomi ile çıkarıldı ve tavuk kemiği tanısı aldı. O yaslı hastalarda bilinmeyen yabancı cisim alımına bağlı barsak duvarında perforasyona yol açan akut karın nedenlerinden biri olarak akılda tutulmalıdır. Çok dedektörlü tomografi operasyon öncesi perforasyon gibi komplikasyonları ve yabancı cisimleri tanımlamada etkili bir modalitedir.

We reported the case of an 81 year-old woman who presented with acute abdominal symptoms. The patient underwent multidetector computed tomography (MDCT) showed a hyperdense, suspected foreign body in duodenal lumen. During the operation, it was found that foreign body lodged in the posterior wall of the fourth part of the duodenum and the perforation in the duodenal wall at this level was noticed. Foreign body removed by enterotomy and it was diagnosed as the chicken bone. It must be taken into consideration that in geriatric patients one of the causes of acute abdomen may be perforation of bowel wall due to unconscious foreign body ingestion. MDCT is an effective modality in determining this foreign bodies and complications such as perforation preoperatively.

Biz sezaryan operasyonuna bağlı mesane ile uterus arasındaki fistül olgusunu sunduk. Bu sezaryan operasyonunun nadir bir komplikasyonudur. Tanı operasyon sonrasında klinik, radyolojik ve endoskopik olarak konuldu. 4 haftalık sistoskopik fulgurasyon ile konservatif tedavi yetersiz oldu. Bu nedenle fistül abdominal yaklasımla cerrahi olarak tamir edildi.

We report a case of vesicouterin fistula (VUF) secondary to cesarean section. This is a rare complication of cesarean section. Diagnosis was made clinically, radiologically, and endoscopically during the postoperative period. Conservative management with cystoscopic fulguration for 4 weeks failed. Hence the fistula was repaired surgically by an abdominal approach.