Amaç: Vasküler invazyon diğer tümörlerde olduğu gibi kemik ve yumusak doku tümörlerinde de görülür. Damarların yaslanması, yakınlığı ya da invazyonu konvansiyonel aksiyel kesitlerde ve rekonstrükte edilen MPR-3D görüntülerle (MDCTanjiyografi) arastırılabilir. Erken invazyon varlığı önemlidir. İnvazyonun erken tanısı, erken ameliyat (stent-greft uygulaması ya da yeniden anastomoz) morbidite oranını düsürür. Çalısmamızın amacı tümör-damar iliskisini sanal anjioskopi, 3 boyutlu görüntüleme ile değerlendirmesi ile değisik bulguların da ortaya konulabilirliğini göstermektir. Gereç ve Yöntem: Tümör damar iliskisi olan 4 tümörlü hasta değerlendirildi. Sonuçlar: Tüm hastalarda CT raporları tümör va damar iliskisi hakkında bilgi yoktu. Vakalarda büyük damar tıkanıklığına rastlanılmadı. Yorum: Sanal anjioskopi ile 3D görüntüleme damar tümör iliskisini belirlemede yardımcı olacaktır. Bu durumda ameliyat öncesi cerrahlar için yol gösterici olabilir.

Background: Vascular invasion is possible with bone-and soft tissue tumors like in the other malignant neoplasms. Anymore, it is possible to search the vascular bundle encasement or invasion by conventional axial sections and reconstructed MPR-3D images (MDCTangiography). It is important to notice the early findings of any invasion. Prompt recognition of the invasion, early operation (stent-graft application or reanastomosis) can reduce morbidity rate significantly. The aim of this study was to report the different findings that can be visualized with three-dimensional (3D) image, virtual angioscopy in the evaluation of the tumor and vessel relationship. Material and Method: Four patients with different tumors were evaluated with CT angioscopy to demonstrate their relationship with vessels. Results: CT angioscopy images were demonstrative with adequate quality and did not show occlusion of a major vessel. However displacement of vessel due to compressinn and wall irregularity in apatient was apparent. Conclusion: 3D imaging with virtual angioscopy will be helpful to evaluate the relation of the tumor and vessels. It can lead to surgeons before surgery.

Amaç: Hafif ve orta derece diz osteoartriti olan hastalarda eklem içi enjeksiyonların (yüksek ve düsük molekül ağırlıklı Hyalüronik Asit, NSAD)etkisi arastırıldı. Hastalar ve Yöntemler: Kellgren- Lawrence sınıflandırmasına göre evre IIIII primer diz osteoartriti olan 120 hasta (34 erkek, 86 kadın; ort. yas 56.55; dağılım 40-78) rastgele 4 gruba ayrıldı. Birinci gruba eklem içi yüksek molekül ağırlıklı hyaluronik asit, ikinci guruba düsük molekül ağırlıklı hyaluronik asit, üçüncü guruba tenoxicam uygulandı. Dördüncü grup kontrol gurubu olup, eklem içine %0.9’luk SF uygulandı. WOMAC ağrı indeksi değerleri hastalara uygulanarak, tedavi öncesi ve tedavi sonrası 3. ay verileri student T testi ile istatiksel olarak analiz edildi. Bulgular: Tedavi öncesi ve tedavi sonrası yüksek ve düsük molekül ağırlıklı hiyalüronik asit enjeksiyonları arasında analiz edilen veriler anlamlı bulundu. Sonuç: Eklem içi HA tedavisinin erken dönemde ek yararı olsa da, bu tedavinin önerilebilmesi için daha uzun takip süresi olan daha genis kontrollü çalısmalara ihtiyaç vardır.

Background: The purpose of this study was to evaluate the effect of intraarticular injections(high and low molecular weight Hyaluronic Acid, NSAID) in patients with mild-to-moderate knee osteoarthritis. Patients and Methods: One hundred twenty patients (34 men, 86 women; mean age 56.55 years; range 40 to 78 years) who were primary knee osteoarthritis of Kellgren-Lawrence grade II-III, divided four groups consisting of randomly. High molecular weight hyaluronic acid content was administered intraarticularly to patients in Group–I, Low molecular weight hyaluronic acid content was administered intraarticularly to patients in Group–II, Group-III were administered Tenoxicam intraarticularly and 0.9 % saline were given to the fourth group as a control group. WOMAC Pain Scale values were applied to patients before treatment and after 3. month treatment. Student's t-test was used in statistical analysis of the data. Results: We have found statistically significant difference between the data picked before and after the treatment between administration of high and low moleculer weight hyaluronic acid. Conclusion: Intra-articular HA injections provide additional short-term benefits, but this therapy should be justified by further controlled studies with longer follow-up and larger patient groups.

Amaç: Hepatit B, hepatit C ve HIV sağlık personelinin (SP) sıklıkla maruz kaldığı kan yoluyla bulasan enfeksiyonlardır. Bu patojenlerin tehlikesinden haberdar olmaları SPlerin kendilerini korumalarını sağlamaktadır. Asılama ve sürekli eğitim bu potansiyel risklerin azalmasına yardımcı olmaktadır. Gereç ve Yöntem: Bu çalısmada İstanbul’da yeni bir üniversite hastanesinin 528 çalısanında bu enfeksiyonlarla ilgili tarama bilgileri sunulmustur. Bulgular: SPlerin yaklasık yarısının daha önce asılandığı bulunmustur Sonuç: Tarama sonrası, diğer SPler asılanmaya baslanmıs ve sürekli eğitim programları uygulamaya konulmusur.

ABSTRACT Objectives: Hepatitis B virus, hepatitis virus and human immunodeficiency virus are the bloodborne pathogens that healthcare workers (HCW) are mostly occupationally exposed. To be aware of the danger of these pathogens makes HCWs protect themselves. The vaccination and continuous education also help decreasing these potential risks. Method: In this study the screening data about these infections among 528 employees in a new university hospital in Istanbul is presented. Results: It’s been found that approximately half of the HCWs were vaccinated previously. Conclusion: After the screening, the others were started to be vaccinated and the continuous education programmes were established.

Biz burada platibazi ve bazilar invajinasyon nedeniyle bulbomedüller bileske basısına neden olan Kalvaryal Paget olgusunu sunduk. Olgu artan isitme azlığı, denge kaybı, kollara ve kafatasına yansıyan boyun ağrısı ile basvurdu. Bu tür olgularda kranioservikal bileskenin değerlendirilmesi için manyetik rezonans görüntüleme mükemmel bir tanı tekniğidir.

We herein describe a case with calvarial Paget’s disease associated with basilar impression and platybasia leading to bulbomedullary junction compression. The patient was presented with the symptoms of increasing deafness, loss of balance, dysphagia, and neck pain spreading to the arms and skull. The diagnosis of basilar impression and detailed measurements of the craniocervical junction could be possible by the use of magnetic resonance imaging. MRI should be the preferred technique in such cases

Gastrointestinal stromal tümör (GIST) gastrointestinal traktusun nadir görülen neoplamlarındandır. Biz bu yazıda akut batınla seyreden trombosiztozisle birlikte görülen gastrointestinal stromal tümörü tanımladık. Literatür bilgilerine göre bugüne kadar trombositozisle birlikte seyreden GIST tanımlanmamıstır. 66 yasında bayan hasta, acil servise 3 gündür devam eden epigastrik ağrı ve kusma ile basvurdu. Fizik muayenede abdominal distansiyon, rebound ve sağ alt kadranda palpabl kitle mevcuttu. Abdominal eksplorasyonda ince barsakta lokalize 6*6*6 cm lik kitle saptandı. Kitle total olarak çıkarıldı ve enteroenterostomi yapıldı. Spesifik immunfenotipik çalısmalar GIST gösterdi. Ameliyat sonrası takipte trombosit değerlerinin 400.000 in üstünde olduğu görüldü. Onun için alınan kemik iliği biopsisinde megakaryosit hiperplazisi saptandı. Lokalize hastalığın suanki tedavisi cerrahi rezeksiyondur. GIST ve trombositozis birlikteliği bugüne kadar rapor edilmemistir

Gastrointestinal stromal tumors (GISTs) represent rare neoplasms of the gastrointestinal tract. Here we describe a case with GIST and thrombocytosis presenting as an acute abdomen. Our knowledge, the co-existence of GIST and thrombocytosis has not been reported so far. A 66-year old female was admitted to the emergency room with epigastric pain and vomiting over duration of 3 days. Physical examination showed abdominal distension, rebound tenderness, and a palpable RLQ mass. The abdominal exploration showed that a 6x6x6 cm mass was located on small intestine. The mass was completely resected and enteroenterostomy was performed. Specific immunophenotype studies results showed GIST. During the post operative follow up, platelets were above normal levels 400x109/l. Therefore, bone marrow biopsy was performed and hiperplasia in megakaryocytes were found. The current treatment for localized disease is surgical resection. Co-existence of thrombocytosis and GIST has never been reported.

Asetabuler displazi sonucu erken koksartroz gelisimi nedeniyle seramikseramik total kalça protezi uygulanmıs olan 48-yasında bir kadın hastamızda gelisen protez kırılmasını sunmak istedik. Herhangi bir travma olmadan seramik linerde kırılma ve titanyum asetabular destek asınması saptandı. Metal desteğe seramik liner takılması sırasında yapılan teknik hata sonucu kırılmanın olustuğu düsünüldü. Desteğin tespiti amacıyla kullanılan vidaların yanlıs açıda uygulanması bu tip kırılmalara yol açabilir. Biz, polietilen bir ara tabakanın bu hataları engellemek amacıyla kullanılabileceğini düsünmekteyiz.

We present a 48-year-old woman who had a failed previous ceramic-on- ceramic total hip arthroplasty performed for early coxartrosis secondary to acetabular dysplasia. She had fracture and protrusion of the ceramic liner through the titanium acetabular shell without any apparent trauma, possibly due to mistakes during the implantation of the ceramic liner into the metal shell at the initial operation. She was revised with allograft, reinforcement ring, all-polyethylene cup and reinforced stainless-steel femoral head. We think that a layer of polyethylene may be used for elimination of liner impingement with screw heads and for stress absorption, particularly at the time of head implantation.